28 Aralık 2011

İNİŞ İZNİ İSTİYORUM !!



Evet evren bir sabun köpüğüydü ve saniyenin milyarda biri bir hızda, mevcut kütlesinin akıl almayacak bir hızda genişlediği sırada. o sabun köpüğünün kim bilir neresinde kendi Samanyolu'nun güneş sisteminde kendi dünyasının kendi ülkesinde tıpkı bir hücreye bulaşmış bakteri gibi görünemeyecek küçüklükte bir bankta kıvrılmış oturmaktaydı. 

Derinlerden hissettiği o ses bu kez dibinde biti vermişti. Birden etrafına baktı boş bir şekilde, etrafında var olan her nesnenin bir anlamı vardı, ve bu anlam denizinde sanki tek anlam taşımayan 'şey' kendisi idi. Beynin arkasından biri bir şeyler enjekte etmiş ve kafasını bulandırmıştı sanki. Bu vücut kendisine ait değildi !

Kalbi bulunduğu yerden kopmuş vücudunda başı boş dolaşıyor, elleri titriyor, kontrol edilemeyen titremeleri bedenini sarıyordu. Şuan sözlük karıştıranlar sersemlemek kelimesini arasalar şuan ki hali belirirdi. Yer çekimi ayaklarının altından akmak üzereydi. Ve ölüm sessizce dizlerine oturmuş onu bekler gibiydi. 

Ona sarılmak yada kovalamak ikisi arasında gidip geliyor, hızlı düşünen beyni bir karar vermesine izin vermiyordu. Yer çekimi etkisi şuan üzerine bastığı gezegenin kütlesiyle doğru orantılıydı. Birileri bir yerlerden dünyayı kaza kaza küçültmüş olmalıydı. Kütle azaldıkça yer çekimi etkisi de azalmaktaydı. 

Yükseklerden boşluğa hızla düşüyor hava akımı derisini ısıtıyordu. Sertçe yere çakılıyor eklem kemikleri vücudunu bıçak gibi kesiyor, bir yığın gibi kala kalıyordu. Birileri tutup tekrar bir yerlerden aşağıya fırlatıyor hiç durmadan ölüp duruyordu. Her yere çakılmasında çıkan o garip ses bulanık zihninde yankılanıyor. Ona birileri adını fısıldıyordu. Fısıltılar zihnine bu kez fırtınaya yakalanmış gemi gibi dolmuştu. Bütün camlardan içeri tonlarca su boşalıyor. Nefes almasına izin vermeden tekrar tekrar onu boğuyordu. Ateşte de yansa suda da boğulsa biliyordu ki nefes alamadıktan sonra ölmemek mümkün değildi. Atmosferdeki hava atomlarını bir nebze içine çekebilmek için çırpındı durdu. Ancak başarılı olamadı... 

Panik atak krizi zihnini bu kez hazırlıksız işgal etmişti !

25 Aralık 2011

SAKINCALI YANSIMALAR



Ve bir an durdu bir daha bir daha düşündü. Ne zaman bir ambulansın yüksek desibelli sirenleri beynine hücum etse, ne zaman bir gencin ölüm haberini işitse aynı şeyi düşünür, aklının karanlık odalarının kapılarını sonuna kadar aralardı. Var olmak kolay, yok olmak belkide zor geliyordu. Hayatını kendi bedeninde yaşamak objektiflikten tamamen uzaklaşması, hayata tamamen odaklanmasına neden oluyor, kendinden öncesinde milyonların aynı hayatı yaşadığını unutturuyor gibiydi.

İnsancıkların yıllarca, bir kaç saniyelik 'anı' (yaşamın sonunu) beklediğini fark etmek, yıllar önce annesinden yediği şiddetli bir tokat gibi titredi toy zihninde. Hiç daha önce böyle olmamıştı. Şaşırdı bir an irkildi.Sanki kendi bedenine yabancılaşmış, başka bir 'beden' de aynı 'benlikte' bütünleşmişti. Kolunu kaldırmak istediğinde, yabancı bir ele bağlı olan yabancı bir kol havalan maktaydı. Aynaya bakmaya cesareti yoktu. Demek insanlar her gün bu canlıya bakmaktaydı.


Su sıçradıkça aynada izler bırakmış, silinmedikçe de o izler kalıcı olmaya başlamış ve hiç bir şey gösteremez olmuştu. Pis bir ayna bir insan oğluna ne kadar da çok benzemekteydi. Tıpkı baktığı ayna gibi yabancıydı artık baktığı cisme. Bir tepki bekledi yansımasından, ufak bir hareket, belkide hafif bir mimik hareketi. Tıpkı kendisi gibi hiç hareket etmedi yansıması. Belkide duygularını yansıtamaması gibi kendisine de kimse bir şey yansıtmıyordu.


 Belki de bu ayna yansıttığı şeyden ziyade yansıtamadığı şeylerin pisliğini taşıyordu ...







15 Aralık 2011

HER ŞEYİ MAHVETME ENSTİTÜSÜ (son bölüm) Göz ve görme eylemi


Yaşlı adamın genç evladı, bilinç altının binlerce ordusuyla donanmış genç kızın karşısına geçti, yapayalnız ve çaresizdi. İçerisinde bulunduğu bu duruma hem karşısındaki neden olmuş, hem savaş ilan etmiş, hemde çoktan kazanmıştı. Hemde tüm bunlar bir çırpıda olmuş ve şimdi yalnızca işi resmiyete dökmek kalmıştı.

Ağzını açamadan olan olmuş ve orduların kumandanı optik bir yanılsamadan dolayı, iğrentisini dile getirmiş oldu. Ve dedi ;
varlığın varlığım içerisinde anlamsız ve manasız. Ne etsen ne eylesen zahit. Gayrı uzatmayasın sözü. Madem ki yenilgi sana ait  , uzat ki basayım bağrına zaferimin mührünü.

Ordularını saldırmaya gerek bırakmadan genç kız arkasını döndü. Soyutlaştırılan ve anlamsızlaştıran yaşlı adamın daha yaşlı evladı, ardından baka kaldı.
Tek söz bile etmedi. Uykusuzluğunu, acı kahveler ve sigara dumanlarıyla bütünleştirmekten öte ne yapabilmişti ki ?

Savaşın eşiğine sürüklenen ülkesi, milyonları etkileyen hükümetlerin kararları, suçsuz yatan onca esirler için açılmış kulüplerin eylemleri, ve sancıları artan kadının bebek beklentisi hat safhaya ulaştığı sırada, dünyanın ne kadar boş olduğunu geçirdi, garip bir şekilde içinden.

Ve aklından yalnızca tek bir soru geçti. Bulantı ile mücadele eden çatlamış zihninden. Optik bir yanılsama nasıl bir geleceğe müdahale biçimi idi ?

10 Aralık 2011

YİRMİ ALTI ADAM VE BİR KIZ. (birinci bölüm)


Her biri bir diğerinden farklı,hepsi bir birinin aynı insancıklar dı onlar. Eski bir evde 26 sı da bir arada yaşıyor, geçici yaşamlarında hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Çalışıyor çabalıyor ancak benliklerinin ötesine adım atamıyorlardı.

İkisi insanların unuttukları eşya ve anı parçalarının peşindeydiler. Ahh unutmak insana bahşedilmiş en güzel duyguydu. Yoksa yaşanılan onca acıyı dün gibi hatırlamak nasıl bir ızdırabın adıydı. Neyse ki tanrılar bunu akıl edebilmiş ve insanları unutmayı öğretmişti. Ve insanlar öngörülenden fazlasını unutur olmuştu bunu unutamadan. Ve bu ikisi unutulanları unutmamak taydı kalabalıkların arasından. Boş bir bank yada bir otobüs durağında. Her nerede olursa ..

Yedisi birden bembeyaz kıyafetler içerisinde cansızlığı canlandırmaktaydılar canlıların en kalabalık olduğu canlılık içerisinde. Hiçbir şey yapmadan bir şeylerin peşindeydiler. Bembeyaz yüzleriyle bembeyaz kıyafetlerini giyer cansız modelliğin canını okurlardı hemde hiçbir şey yapamadan.

Altısı birden okula gider gündelik hayattan uzaklığı öğrenirlerdi. Olamayacakları şeylerin peşinde gitmek için eğitilmişler di ve eğitilmekte lerdi. Her sabah evdekiler onları sıkıca giydirir, tüm olmak istediklerini yirmisi birden onlardan beklerlerdi.

On biri ise hayattan son arta kalanlardı. Kırışıklıklarının unutkanlığında kalmış kendilerinden başka kimseyi hatırlayamamış insanlardı on biride her sabah unutulanları toplayanların bir gün onları da unutanları getirmelerini sessizce hayal eder. Hiç bir şey yapmayanlardan daha akıllı olduklarıyla övünürlerdi. Geçmişlerinin gelmesi umudunu ikisine bağlamışken geleceklerini de altı okulluya bağlamışlardı. Onlardan rahatı yoktu. Kendileri dışındaki herkesi özümsemişlerdi..

Ve iki güne bir bu erkek yığını eve küçük bir kız çocuğu gelirdi. Geldiğinde neşe ve kendi geçmişlerini, hayallerini, yapamadıklarını getirirdi. Bu yirmi altı adamın ondan başka kimsesi kalmamıştı. Ve ondan ötesi de gelmemeliydi ...