26 Mayıs 2012

HANCININ SANCISI (KUKLA)


                                 


Kendi kendine çekildiği zamanlarda ilk var oluşuna döner, milyonlarca saniyeye mal olan ömrünü kulpu olmayan dolabının askısına asardı. Ayak parmaklarından başlayarak santim santim çürümekten de alıkoyamazdı benliğini. Kendi kendisini yemesi çok önceleri birileri tarafından öğretilmemiş miydi ? Midesini bulandıran düşüncelerin, bulanıklığını tatmış oldu o an. Denizin kudurmasına ve dalgalarının toy zihnine vurmasına pek az kalmıştı.En soğuğu duvara dayayınca anladı belini. 


Bir milyon yıllık varlığını nasıl olmuştu da bu hale getire bilmişti. Ayağını bastığı dünya yalnızca onun için var olmamış mıydı ? Kendi kendisine ızdırap çektirmek bir erdem miydi ? Boş kalbi kaç yolcuyu konaklamıştı, ne istemişti ki önüne koymuşlardı bu kuklayı .


Hep kukla oyuncaklardan korktuğunu hatırladı. Çünkü hep saydam olarak hayatına giren canlılar yakmıştı canını ondandı korkaklığı. Gizli bir yılan gibi yuvalandı içinde keder. Gideceğini bile bile her misafiri kabul etmek bir hancı olmanın verdiği bir sancı olabilir miydi? Buz gibi bekleyen bir duraktan farkı neydi ki, varlığı bir anlam taşısındı. Kuklaları kolay kabul edebilirdi de ötesi zor gelmekte, sessiz arzuları oyun haline gelmekteydi. Kuklalar ki aynalardan farksız sadece kendileri için var olmuşlar, yalnız gelenleri birer kukla gibi kullanmışlar. 




Peki ya şimdi hancı ne yapmalıydı ? Öncesinde de kimse yoktu şuan kendi kendine çekildiği zamanlarda da. Her ne yaparsa kuklada onu yapmakta, varlığını ortaya koymaktan kaçmaktaydı. Halbuki oyunları büyüyen hancı küçülecek oyunları küçülen kukla büyüyecekti. Sadece hancıya mahsus bir oyun değildi bu, ondan sonraki durakta kukla duracak ve oyunsuzluğunu, oynanan oyuna göre oynayacaktı. Oynadığı an başlayacaktı yalnızlığı, amaçsızlığı. Hancı misafirinin gitmesinden korkmaktaydı, ondandı çift kişilik yalnızlığı.


Hancı beceriksiz, kukla fazla isteksizdi. Ancak tüm bunları kukla, ıslak tecrübelerinden biliyor, kendini kukla haline getiren yaratıcıya kızıyor, kızgınlığını hancıdan çıkartıyordu. Kızgınlığına tüm zehrini boşaltıyor, hancıdan tüm nefretini alırken elinden geldiğince sessiz davranıyordu, çoğu zaman gülümsüyordu bile. Hancının bulantısı kukla için oyundan farksız mıydı ? Ve hancının sancısı, kalabalığının içinden gelen yalnızlığından öte, gözlerinin parçalı bulutları ve yalnızlığına yansıması olamaz mıydı ?
  

06 Mayıs 2012

DÖRT DUVAR ARKASINDA



Dört adet duvar bir araya gelip bir odayı oluşturuyor. Birileri yatağı icat etmişti, köşede fazla yer kaplamayacak şekilde duvara dayanmıştı. Diğer icat edilen ve seri üretime geçirilen eşya adlı parçalar odanın çeşitli yerlerine dağıtılmıştı. Bir insandan daha fazla yer kaplamaktaydılar. İnsanlar için icat edilmişlerdi. İcat edenlerse diğer icat edilen şeylere sahip olabilmek için bunları icat etmişlerdi. Devamlı bir şeyler icat ediliyordu. 




Duvarının renkleri bile icat edilmişti, dayanıklıydı pürüzsüz bir yüzeyi vardı, ve babacan bir ifadeyle tüm heybetiyle odanın şeklini oluşturuyordu.Duvarın sol köşelerinin birinde yatak vardı. Yatakta uyumak için bir çarşaf yastık ve yorgana ihtiyaç vardı. Her birinin icatlarından sonra çok fazla üreten olduğu için al benileri olmak zorundaydı ve her biri farklı özelliklerde ve renklerdeydi.


Ancak göz aşinalığından olsa gerek renksiz gelmeye başlarlardı zaman zaman. Her gün bu odaya gelir, bazen nefret eder her şeyi yıkıp dökerdi. Kendisini boğduğundan hayıflanırdı. Ama orada kalabilmek için oraya her ay para basmaktan da kaçınmazdı.


Nasıl bir çelişki olursa olsun bu oda kendisinindi. Buraya gelip kurulmuştu ve mülkiyeti oluşturmuştu. Kendisinden başka kimse oraya giremezdi. Yalnızlıktan bunaldığı o günlerde de insanlar oraya giremezdi. Girmesi için onunla tanışmış olmak şarttı. İnsanlar birbiriyle tanışmadan konuşmazlardı bile.


Tüm bunları düşündüğü anda kapı çaldı....


Kapı nede güzel bir icattı. Hele çalan zil. Kalbi pır pır etmeye başladı demek hayatta yalnız değildi. Birileri onun yalnızlığına ortalık için gelmişti. Saçını düzeltti üstüne başına baktı, gitti kapıyı daha kolay açmak için icat edilen kulpu aşağı indirdi. Kapıyı ve zili icat eden kişiye şükranlarını ilan edeceği o sırada, karşısında ona asık suratla bakan kapıcıya baka kaldı. Çöp saati vaktinden erken gelmişti.


Çöpleri toparlarken içine ahmaklığını ve az önce yaşadıklarının trajikomik ifadesini de ekledi. Tertemizdi artık . Evi de kendi de, zihni de....