10 Ocak 2017







Boş Bulunmuş Boşluk

Yatağından kalkmış olmanın verdiği bulantıyı tiksinti ile karşıladı aynadaki yansıması. Bazen bir aynanın insana ne çok benzediğini hatırladı. Gündelik insanların rutini çoktan başlamış, sokaklar insanlarla dolup taşmıştı. Bunca insan nereden geliyor, nereye gidiyor, bunu neden yapıyorlardı ?

Dışarıdaki yaşam kargaşasının hiç uğrayamadığı salonuna baktı. Bir ömür buradan akmış, yaşanmışlıklar dolup taşmıştı. Şimdi yaşadığı dünlerin yenisine ekleme vaktiydi. Ruhuna zindan olmuş bedeni, buranın esiriydi. Hiç çıkış yolu kalmamış, kendi yollarını bağlamıştı. Hiç bir şey yapmıyor, istikrarlı işe yaramazlığını günlerine yayıyordu. Ömür bir şekilde akmak zorundaydı. Süresinin dolmasına henüz yıllar olduğundan, geçen günlerine tiksinti ile bakmakta, minik umutları her geçen gün azalmaktaydı.

Azalan umutların çoğalan kaygıları bir bardak çay gibi sıcaklığını koruyordu. En kötüsü içerisinde bulunduğu bataklığı kanıksamış olması değil, insanlarından saklamış olmasaydı. Birilerinin dostu, kardeşi, sevgilisiydi. Kendisi dışında herkesindi. Ve içerisinde bulunduğu odası, aciz kişiliğinin tek sığındığı yerdi. Şuursuzca açık pencereden içeri giren sinek kadar özgür olamıyordu. Varoluşuna bir anlam veremiyor, insanlarla bünyesi kadar zayıf dostluklar kurabiliyordu.

Bitmeyen bir filmi tekrar tekrar izlemek kadar acı dolu bir ömürdü bu. Tanrının boş bulunmuşluğu gibiydi. Gezegenler arası dolanan minik taş olmayı ah ne çok dilerdi. Bir kahvenin telvesine buğulanan acı sabahlarındaki kalan tortu gibi oturup kalmaktaydı, bağrındaki ağırlık. Varlığının kapladığı hacmin ağırlığı da ancak bu kadar ederdi zaten. Tiksinti halini bir yorgan gibi doladı üzerine. Bitmeyecek günlerini bitirmekle mükellef, yeni bir güne uyanabilir, geçmiş milyonlarca hayattın üzerine kendisininkini de ekleyebilirdi.